Duygu Uludaşdemir

Suça Sürüklenen Çocuklar

Duygu Uludaşdemir

Bir çocuğun adının “suça sürüklenen” olarak kayıtlara geçmesi…
Düşününce bile insanın içini acıtan, boğazına oturan bir ifade. “Suça sürüklenen.”
Sanki kendi başına suçun içine atlamış, sanki bu yolun kenarında bekleyen bir toplum yokmuş gibi.
Gerçek şu: Hiçbir çocuk suça kendi isteğiyle sürüklenmez.
Biz yetişkinler, sistem, sokak, aile, mahalle… bir şekilde tutamadığımız her çocuk, boşluğa değil karanlığa düşer.
Bugün istatistiklere bakınca ürperiyoruz. Ama asıl ürpermeyi gerektiren şey rakamlar değil; o rakamların birer çocuk oluşu.
Yüzünde hâlâ süt kokusu olan birinin “hırsızlık”, “tehdit”, “yağma” başlıklarıyla yan yana yazılması, bu toplumun en büyük yenilgisidir.
Soruyu ters çevirelim:
“Bu çocuk neden suç işledi?” demeyelim.
“Bu çocuk neden yalnız kaldı?” diye soralım.
Çünkü suça sürüklenen çocuk;mahallenin görmediği, okulun tutamadığı, ailenin saramadığı, devletin dokunamadığı çocuktur.Yani kaybedilmiş bir gelecek değil, ihmal edilmiş bir bugündür.
Çocukların bir diğer en büyük düşmanlarından biri ise  sosyal medya. Evet, o küçük ekranlar.
Dışarıda sokakları denetlemeye çalışmayı başarsak ta cebimizdeki telefonların içindeki sokak çok daha karanlık, çok daha kontrolsüz.
Çocuklar artık suçun reklamını, şiddetin normalleşmesini, kolay para vaadini, “cool” gösterilen yasa dışı hayatları bir kaydırmayla izliyor.
Ve en tehlikelisi: yanlış olan, güzel paketlenmiş bir hayat gibi sunuluyor.
Sosyal medya, çocuklara sorumluluk değil; “taklit” öğretiyor.
Bir çocuk, gördüğü bir videodaki davranışı denediğinde bunun sonuçlarını bilmez.
Bir meydan okuma, bir özenme, bir “like” uğruna yapılan hareket…
Bir anda çocuğu “suça sürüklenen” dosyasının içine koyabiliyor.
Şiddet içerikli oyunlar, yasa dışı grupların dijital propaganda yöntemleri, fenomen kültürü, sahte zenginlik gösterileri…Hepsi, kırılgan çocuk zihinlerini sessiz sedasız yontuyor.
Biz fark etmiyoruz.
Çocuk ise kendini ekrandaki hayata benzeyebilmek için uçurumun kenarına yaklaştırıyor.
Bir çocuğun eline kitap yerine bıçak, umut yerine korku, oyun yerine öfke veriyorsak…
Sonra da “neden böyle oldu?” diye soruyorsak, kusura bakmayalım, bu sorunun muhatabı o çocuk değil: Biziz.
Ve en acı olan da şu:
Biz yetişkinler, suça sürüklenen çocuklara bakarken onları “tehlike” olarak görme eğilimindeyiz.
Oysa gerçek tehlike, bir toplumun kendi çocuklarını savunmasız bırakmasıdır.
Bugün suç dediğimiz şeyin altında çoğu zaman açlık var, çaresizlik var, sevgisizlik var, terk edilmişlik var.
Ama artık bir seçenek daha eklendi: dijital savruluş.
Unutmayalım…
Bugün suça sürüklenen çocuk, yarın o suçun altında ezilen bir yetişkine dönüşür.
Ve her kaybolan çocuk dosyası, aslında bu ülkenin vicdanına işlenen bir çiziktir.
Şimdi soralım kendimize:
Çocuklar suça sürüklenmiyor.
Biz onların elinden tutmayı bırakıyoruz.
Onları sosyal medyanın, görünmez şiddetin, dijital karanlıkların içine yalnız bırakıyoruz.
Ve belki de en sert gerçek şu:
Bir toplumun geleceği, çocuklarını suçtan ve sosyal medyanın gizli tuzaklarından koruma gücüyle ölçülür.
Biz ise o sınavdan her gün biraz daha sınıfta kalıyoruz.
 

Yazarın Diğer Yazıları